Obama'nın Sağlık Reformu ve Piyasanın Görünmez Eli
Obama’nın, ABD Başkanı sıfatıyla 9 Eylül’de, Temsilciler Meclisi’nde onca televizyon kamerası kendisine yöneldiği sırada, kalkıp da “bu kriz bizi yaktı, nasıl içinden çıkabileceğimizi bilemiyorum” demesini beklemiyorduk. Konumu ve rolü icabı ne demesi gerekiyorsa onu dedi. İlkin, moda tabirle, ‘empati’ gösterebilir birisi olduğunu tekrar kanıtlaması gerekiyordu. Hemen o ihtiyaç giderildi: Obama, trilyonlar harcanmasına rağmen, hâlâ ABD’nde milyonlarca işsizin, boğazına kadar borçlu yoksulun kol gezdiğini teslim etti. Hemen ardından, ekonominin gerçekten eski haline gelecek şekilde kendini toparlayabilmesi için aylara (yıllara demeye dili varmadı!) ihtiyaç olduğunu ekledi. Sonra da, geçen Ocak’dan beri uygulanan politikalarla ekonomiyi felaketin eşiğinden döndürdüklerine inancının tam olduğunu söyledi. Konu ne olursa olsun, ABD Başkanı’nın tüm önemli konuşmalarına bu tür bir girişle başlaması adeta standartlaştırıldı. Obama’nın siyasi danışmanları, etrafını kuşatan halkla ilişkiler ‘uzmanı’ lider paketleyicileri, düzene güvenini tamamen yitirmiş, tam bir moral çöküntüsü yaşayan Amerikalıların bu tür bir inanç tazeleme ritüeline sık sık ihtiyacı olduğunu düşünüyor olmalılar. Oysa, konuşmanın konusu sağlık sistemi reformu olduğunda, Obama ağzıyla kuş tutsa, konuşmasının başında, ortasında, sonunda kendisine ne söyletilirse söyletilsin milyonlarca muhafazakâr Amerikalıyı ikna edemezdi. Nitekim edemedi de. Binlerce “bireysel özgürlük” düşkünü sokağa döküldü, Amerika’nın “sosyalizm girdabına” sürüklenmesine izin vermeyeceklerini haykırdı!
ABD Sağlık Sistemi
Ne nüfusu, ne de yüzölçümü itibariyle olmasa da, ABD hâlâ, bir yandan, dünyanın hem üretim hem tüketim bakımından en büyük ülkesi, bir yandan da kapitalist emsalleri arasında en çok sağlık sigortasından mahrum bırakılmış, adeta hastalandığında sokakta ölüme mahkum vatandaşa sahip. Sigortasız sayısının yaklaşık 8 milyonu çocuk olmak üzere 45 – 50 milyon, sigortası yetersizlerin ise 25 milyon civarında olduğu tahmin ediliyor. Hergün sigortasızlar ordusuna eklenenlerin sayısı da 14,000 civarında. Şu ya da bu şekilde kendini dayatan sağlık sorununun ilk boyutu bu: kapitalizmin yarattığı harikalar, gelişmişlik yaygarası ile nüfusun neredeyse beşte birinin sağlık hizmetlerinden yararlanamadığı bir vahşetin artık sürdürülemez yanyanalığı. Diğeri ise, sağlık hizmetlerinin fiyatı, herkese yüklediği muazzam yük. Özel sağlık sigortalarına ödenen yılda 1.5 trilyon dolara dayanan sigorta primi, federal hükümetin üstlendiği 1 trilyon, yerel yönetimlerin, eyaletlerin üstlendiği 0.25 trilyon dolara yakın harcama. Sağlık sektörü aşağı yukarı ABD ekonomisinin altıda birine tekabül ediyor. Hem miktar büyük hem de hızla artmaya devam ediyor. 1980’lerden bu yana, sağlık harcamaları 25 yılda 5 misli artmış! ABD emsallerinden, kişi başına aşağı yukarı 1.5 misli, OECD ortalamasından 2 misli fazla sağlık harcaması yapmasına rağmen ne daha sağlıklı bir toplum yaratabilmiş, ne de herkese sağlık hizmeti sağlayabiliyor.
ABD’nde şu anda var olan sisteme göre nüfusun çoğunluğu ya işyerleri yoluyla ya da kendi imkanlarıyla özel sigorta şirketlerince sigortalanmış durumda. Devletin de hem federal hükümet aracılığıyla (Medicare ve Medicaid) hem de eyaletler aracılığıyla (CHIP) sunduğu sağlık sigortaları ve hizmetleri var. Medicare 65 yaş üstünü, Medicaid özel sigorta satın alamayacak durumda olan çocukları, hamileleri ve engellileri, CHIP ise düşük gelirli aileleri kapsıyor. Ayrıca, federal devlet aracılığıyla savaş görmüş eski ordu mensuplarına ve Amerika’nın yerli nüfusuna sunulan, karşılıksız, sosyalleştirilmiş sağlık hizmeti diyebileceğimiz uygulamalar da mevcut.
Sistemin bu kurumsal yapısı durumun nasıl olduğunu bir ölçüde sezdirtiyor. Çünkü, var olan duruma esas damgasını vuran, hem bunca insanı sigortasız bırakan, hem de kontrolsüzce hızla artan sağlık harcamalarına yol açan sağlık sektörünün kapitalist şirketleri. Başta özel sigorta ve ilaç şirketleri gelmek üzere bilumum özel hastaneler ve klinikler, ki hepsinin ortak motivasyonu kârlarını maksimize edebilmek. Suçlular listesine şirketlerin yanı sıra, bir de var olan yapıdan pek rahatsız olmayan, hatta kendi çıkarları açısından sürmesinden medet uman Amerikan Tabipler Birliği’ni de (AMA) eklemek gerekiyor.
Ne İsteniyor, Ne Olmalı?
Obama, tam bir orta yolcu olarak, 9 Eylül konuşmasında ne sol ne de sağ kesimlerin reform önerilerini benimsemediğini vurgulamayı ihmal etmedi. Sağın ne istediğini tahmin etmek zor değil. Düzen yanlıları, eldeki kırık dökük, pahalı ve çalışmayan sistemin bile kapitalistlere ve devlete fazla sorumluluk yüklediğini, pahalı olduğunu savunuyor. Devlet sağlık hizmeti alanından çekilmeli, işverenler çalışanlara sağlık sigortası sağlamak zorunda kalmamalıymış. İsteyen, istediği kapsamda sağlık sigortasını satın alabilmeliymiş. Kimsenin kimseye karışmadığı, kendinden başkasını takmadığı tam bir ‘bireysel özgürlük’ cenneti! Sadece parası olanın sağlık hizmetindenden yararlanabildiği bir kapitalist ütopya.
Obama, sol kesime atıfla, Kanada ve Avustralya’da örnekleri olan “tek ödeyici” (single payer; yani, merkezi devlet sorumluluğunda olan bir sistem) türünden bir reform talep edildiğini söyledi. Bir ölçüde doğru. ABD’de sol kesimde geçen tartışmalarda genellikle özel sigorta şirketlerinin tamamen devreden çıkartılması ve şu anda devletin yönettiği, sağladığı sigorta ve sağlık hizmetlerinin birleştirilerek, herkesi kapsayacak biçimde yaygınlaştırılması savunuluyor. Bu formülasyon da “tek ödeyici” adı verilebilecek ve Obama dahil, neredeyse bütün siyasilerin gündeminden düşmüş pakete bir hayli yakın.
Obama’nın savunduğu paketin en önemli ve öfkeleri en çok çeken yanı sigortasızların önemli bir kesiminin devlet tarafından sigortalanarak sağlık hizmetinden yararlanabilir hale getirilmesi. Bir kısmının ise, sigortasızları gruplandırarak piyasa aracılığıyla özel sigorta şirketleri ile pazarlık edebilir hale getirmek. Hem de bu yoldan sigorta şirketleri arasında rekabetin gelişmesini sağlayarak sağlık harcamalarında azalma sağlamak. Bir taşla iki kuş. Dayanılan zihniyetin merkezinde piyasanın görünmez elinin her derde deva olduğu, kapitalizmin belalarının eksik rekabetten kaynaklandığı safsatası.
Sosyalistlerin sağlık hizmetinin üretiminde, dağıtımında, kullanımında farklı önerileri değerlendirirken gözden kaçırmaması gereken en önemli ilke sağlıklı yaşamın bir insanlık hakkı olduğudur. Sağlıklı yaşam son derece modern toplumda geniş bir biçimde tanımlanmış sağlık hizmeti imkanından yararlanmayı gerektirir. Bu hizmet kümesinin başında önleyici, koruyucu sağlık hizmetleri gelir. Herkesin her türlü tıbbi müdahale, hastane, tedavi, bakım hizmetinden ihtiyacı olduğunca yararlanabilmesi, gerekli ilaç ve gereçlere erişebilmesi sağlanmalıdır. Ve bütün bu hizmetlerin hastanın ödeme kapasitesinden tamamen bağımsız her yerde aynı kalitede sunuluyor olması gerekir. Kapitalist düzen içinde, piyasanın mantığına, dinamiklerine terkedilmiş, aşırı özelleşmiş sağlık sektörü reformlarla bizim özlediğimiz şekle dönüştürülemez. Fiyatı olmayan, karşılıksız sunulan sağlık hizmeti bizim idealimizdir. Bir yandan bu ideali ve sağlıklı yaşamın bir hak olduğunu gündemimizden düşürmezken, diğer yandan emekçilerin sağlık hizmetinden yararlanma imkanını genişleten her girişime de eleştirel desteğimizi vermeliyiz.
(Ekmek & Özgürlük; Ekim 2009)